İstanbul Film Festivali’nde görücüye çıkan, Amerikan yapımı ve İngilizce olarak yeniden çevrimi sinemalarda 30 Mayıs’ta gösterime girecek olan “Funny Games U.S.” in (Ölümcül Oyunlar) orijinal ve ilk yapımı 1997 yılında, bu uyarlamasını da yine kendisi çekmiş olan Michael Haneke tarafından yapıldı.
Herkes yenisini konuşurken eskiyi hatırlamakta fayda var… Film genel bakış itibariyle bir gerilim filmi olarak adlandırılabilir. Ama o kadar basit değil tabii ki… Öncelikle şunu söylemekte fayda var; bu film izleyicinin görebileceği en ilginç filmlerden biri.
Konu kaba hatlarıyla şöyle gelişiyor; Avusturya’lı baba, anne ve oğuldan oluşan zengin bir aile, köpekleriyle beraber göl kenarındaki yazlık evlerine tatile giderler…Tertemiz kıyafetler içinde ve beyaz eldivenlerle iki genç erkek, misafirleri olduklarını iddia ederek komşuları için yumurta ödünç almaya gelirler ve hiçbir nedene dayanmadan ya da -yönetmen tarafından- hiçbir neden açıklanmadan, aileye kendi evlerinde maddi - manevi işkence yapmaya başlarlar…
Film ilk görüntüleriyle durağan ve uzun sahnelere yer vereceğinin sinyalini vererek, geniş açıyla çekilmiş bir araba sahnesiyle açılıyor. Arka fonda üç kişilik konuşma sesleri... Mutlu, huzurlu bir aileyle karşı karşıyayız. Uzun süre konuşmalar devam ettikten sonra ailemizin ilk ve son biraradaki, mutlu mesut halini görüp karakterlerimizle tanışıyoruz.
Film baştan sona, en gergin sahnesinde bile bu sakin, durağan ve uzun sahne tasvirlerinin hakim olduğu halini sürdürüyor. Hele 65. dakikaya gelindiğinde A.Tarkovski filmlerine taş çıkartan 11 dakikalık, kameranın sabit durduğu ve sadece küçük, seyrek hareketlerle sağa sola hareket ettiği bir sahne var ki; hiç ses, müzik, hareket yokken insanı nasıl böylesine gerebiliyor diye düşündürüyor. Soğukkanlı pür-ü pak katillerimizse ayrıca izleyiciye tırnaklarını yedirir cinsten. Film aslında birbirine taban tabana zıt kavramların ahenkli uyumunu bir bakıma haykırıyor. Filmin çok fazla müziği yok ama ara ara çalan rezalet bir müzik var ki filme nasıl yakıştığı inanılır gibi değil…
Haneke filmde resmen seyirciyi sınayan bir üslup kullanmış. Bilindik bütün değerlerin ötesine geçmeye, seyircinin kafasındaki fikirlerin hepsini yıkmaya çalışmış. Hatta Funny Games’in kendisine sorulduğu bir röportajında şöyle diyor; “ Göstermek istediğim şey; daha filmin başında kuralları kırmama rağmen seyirciyi beni takip etmeye ne kadar zorlayabilirimdi”
“Funny Games”de “Fransız yeni dalgasının esintilerini bulmak mümkün. Baş karakterlerden birinin filmin bazı yerlerinde dönüp kameraya mimik atması hatta daha sonra konuşması yani filmin film duygusunu -her ne kadar seyirciyi zorlama amacı gütse de- izleyiciye geçirme çabası bunun bir göstergesi olabilir.
Aslında film adı üstünde “eğlenceli oyunlar” oynar gibi, eğlenmek isteyen iki psikolojisi bozuk, öldürme güdüsüne sahip katilin bir anısını işliyor. Evet izledikten sonra önce bir çarpıyor “bu neydi arkadaş” dedirtiyor ama daha sonra Haneke’nin seyircisine oynadığı bir oyun olduğunu düşününce bir nebze rahatlatıyor. Sonuç olarak; insanın sınırlarını zorladıkça genişleten çok çok etkileyici bir film.
Veda cümlemiz de filmden olsun… Paul’un Anna’yı suya atarken dediği gibi:
“Çav bella”…
Premier Grup